Yüzyıllar boyunca ışık etkili ve iyi bilinen bir şifa yöntemi olmuştur. İnsanlık tarafından kullanılan ilk ışık kaynağı elbette güneşti. 20. Yüzyıldan itibaren ise kuantum fenomenine dayalı olarak “uyarılmış salınım” kullanan lazerler ilk olarak tıp tarihinde 1960 ‘lardan sonra kullanılmaya başlanmıştır.
Lazer denince genellikle aklımıza öldürücü, yakıcı, kesici bir ışık gelmektedir. Oysa birçok yeni buluş gibi lazer de bir laboratuvar ürünüdür. Lazerler, gücü ve cinsine göre yaygın bir kullanım alanına sahiptir.
Lazer bugün askeri alandan sanayiye, telekomünikasyondan tıbba kadar son derece yaygın bir kullanıma sahiptir.
Lazer, ingilizce LIGHT AMPLIFICATION BY STIMULATED EMISSION OF RADIATION kelimelerinin baş harflerinden oluşan bir kelimedir ve özel koşullarda (uyarılmış emisyonla) ışığın güçlendirilmesi anlamına gelmektedir. Yanlış olarak bilindiğinin aksine röntgen ışınları veya radyoaktif ışınlarla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur.
Lazer ışığının güneş ışıgı veya bilinen lamba ışığından farkı, onun çok saf (tek renkli) ve yoğunlastırılabilir özellikte olmasıdır. Yani lazer ışığı prizmadan geçirilince diğer ışıklar gibi renklerine ayrılmaz, hangi renk girmişse o renk çıkar. Diğer ışıklar, kaynaktan çıkar çıkmaz dağılır; lazer ışığı çok uzun mesafelere hiç dağılmadan, yani enerji kaybetmeden gidebilir.
Lazerin üçüncü bir özelliği ise çok küçük alanlara (mikron düzeyinde, hatta teorik olarak ışığın dalga boyu kadar) yoğunlaştırılabilmesidir.
Tıbbi alanda kullanılan lazerler 2mW ile 100 Watt arasında değişen güçlere sahiptir. Güçlü lazerler cerrahide, güçsüz lazerler ise tıbbi tedavi alanında kullanılmaktadırlar. Bunlar Dünya Sağlık Teşkilatının non-risk dediği gruptan lazerlerdir ve 30 yılı aşkın kullanımina rağmen bugüne kadar hiçbir yan etkiye rastlanmamıştır.
Lazerler asağı yukarı hücrenin, dolayısıyla da doku veya organların bütün fonksiyonları üzerinde genelde düzenleyici bir etkiye sahiptirler. Bu nedenle de birçok hastalığın tedavisinda başarıyla kullanılabilirler.